14
_____________________________________________________________________________________ Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 32, Kasım 2016, s. 115-128 Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date Yayınlanma Tarihi / The Publication Date 31.08.2016 10.11.2016 Yrd. Doç. Dr. Hilmi KARAAĞAÇ Gümüşhane Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi [email protected] İHVÂN-I SAFÂ RİSÂLELERİNDE ÖLÜM VE ÖTESİ Öz IV/X. asır İslam düşüncesinin en parlak dönemlerindendir. İhvân-ı Safâ bu yüzyılda ortaya çıkmış dini, siyasi ve felsefi bir ekoldür. Üyelerinin kimler olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak görüşlerini günümüze kadar ulaşan toplam elli iki risaleden öğrenmekteyiz. Risaleler genel olarak varlık, özel olarak ise insan sorununu ele almaktadır. Buna göre insan, nefis ve bedenden müteşekkil bir varlıktır. Bu birliktelikte asıl olan nefistir. Beden ise nefsin hedefine ulaşmak için kullandığı bir vasıtadır. Nefis ölüm ile bedenin ağırlıklarından kurtularak ya cennete yükselecek ya da cehenneme düşecektir. Çalışmamızda İhvân-ı Safâ’nın nefsin ölümden sonraki yolculuğuna ilişkin görüşleri ortaya konulacaktır. Onların ölüm, kıyamet, ba’s, haşr, mizan, hesap, cennet ve cehennem’i nasıl yorumladıkları ele alınacaktır. Anahtar kelimeler: İhvân-ı Safâ Risâleleri, Ölüm, Ölümden sonra yaşam, Yeniden diriliş.

The Publication Date 31.08.2016 10.11.2016 Yrd.isamveri.org/pdfdrg/G00028/2016_32/2016_32_KARAAGACH.pdf · 2017. 3. 15. · voyage after death. Particularly their views on death and

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: The Publication Date 31.08.2016 10.11.2016 Yrd.isamveri.org/pdfdrg/G00028/2016_32/2016_32_KARAAGACH.pdf · 2017. 3. 15. · voyage after death. Particularly their views on death and

_____________________________________________________________________________________

Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 32, Kasım 2016, s. 115-128

Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date Yayınlanma Tarihi / The Publication Date

31.08.2016 10.11.2016

Yrd. Doç. Dr. Hilmi KARAAĞAÇ

Gümüşhane Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi

[email protected]

İHVÂN-I SAFÂ RİSÂLELERİNDE ÖLÜM VE ÖTESİ

Öz

IV/X. asır İslam düşüncesinin en parlak dönemlerindendir. İhvân-ı Safâ bu

yüzyılda ortaya çıkmış dini, siyasi ve felsefi bir ekoldür. Üyelerinin kimler olduğu

kesin olarak bilinmemektedir. Ancak görüşlerini günümüze kadar ulaşan toplam

elli iki risaleden öğrenmekteyiz. Risaleler genel olarak varlık, özel olarak ise insan

sorununu ele almaktadır. Buna göre insan, nefis ve bedenden müteşekkil bir

varlıktır. Bu birliktelikte asıl olan nefistir. Beden ise nefsin hedefine ulaşmak için

kullandığı bir vasıtadır. Nefis ölüm ile bedenin ağırlıklarından kurtularak ya

cennete yükselecek ya da cehenneme düşecektir.

Çalışmamızda İhvân-ı Safâ’nın nefsin ölümden sonraki yolculuğuna ilişkin

görüşleri ortaya konulacaktır. Onların ölüm, kıyamet, ba’s, haşr, mizan, hesap,

cennet ve cehennem’i nasıl yorumladıkları ele alınacaktır.

Anahtar kelimeler: İhvân-ı Safâ Risâleleri, Ölüm, Ölümden sonra yaşam,

Yeniden diriliş.

Page 2: The Publication Date 31.08.2016 10.11.2016 Yrd.isamveri.org/pdfdrg/G00028/2016_32/2016_32_KARAAGACH.pdf · 2017. 3. 15. · voyage after death. Particularly their views on death and

İhvân-I Safâ Risâlelerinde Ölüm Ve Ötesi

The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 32, Kasım 2016, s. 115-128

116

DEATH AND LIFE AFTER DEATH IN THE TREATISES OF IKHWAN AL-

SAFA

Abstract

The IV/ X century is one of the most dazzling periods of Islamic thoughts. Ikhwan

al-Safa emerged as a religious, political and philosophical movement in those days.

The members of this movement are not known exactly. But their opinions, we can

learn from their fifty-two treatises, which survived to the hitherto. The subject of

these Treatises is “being” and “human”. In view of that, human made up from

body and soul. İn this combination, "soul" is an essential element. And the body

uses as a source to achieve the objects of the soul. The soul by getting rid of

bodies’ sin with death will be raised to heaven or will be fallen to hell.

In our study will be depicted the views of Ikhwan al-Safa on the death and the

voyage after death. Particularly their views on death and the life after death,

doomsday, resurrection, judgment, heaven and hell will be discussed.

Keywords: Treatises of Ikhwan al-Safa, Death, Life after death,

Resurrection.

Giriş

İslam tarihinde IX. ve X. asırlar, yaşanan siyasi çalkantılara rağmen fikir ve düşünce

açısından Müslümanların yaşadıkları en parlak dönemlerden birini oluşturur. Dışarıdan iki

asırdan beri tercüme faaliyetleriyle Yunan, Hint, Süryânî ve Fars eserlerinin getirdikleriyle yüz

yüze gelen İslam düşünürlerinin çabaları ve bu çabaların meydana getirdiği felsefî birikim,

içeriden ise sünnî, şiî ve mu’tezilî rekabet, fıkhî ekollerin faaliyetleri ve tebârüz etmeye

başlayan sufî düşünce bu dönemi canlı kılan başlıca unsurlardır. Bağdat, Basra ve Kûfe başta

olmak üzere başlıca şehirlerde yaşanan yoğun ilmi faaliyetler bu dönemde felsefî ve dinî ilimler

alanında güzide şahsiyetlerin yetişmesine zemin hazırladığı gibi İslam düşüncesinin en önemli

eserlerinin de telifine neden olmuştur.

Çalışmamızın dayanağını oluşturan İhvân-ı Safâ Risâleleri, böylesi bir dönemde yaşayan

ve faaliyetlerini gizli olarak yürüten bir grup düşünürün telifâtıdır. Grup üyeleri kendilerini

İhvânu’s-safâ ve hullânü’l-vefâ ve ehlü’l-adl ve ebnâü’l-hamd olarak isimlendirirler. İhvân-ı

Safâ cemiyetinin kurucusu ve üyelerinin kimliği, yaşantıları ve faaliyetleri hakkında kesin bir

malumat bulunmamaktadır. Bu nedenle onlar hakkında günümüze kadar yapılan çalışmalarda

çok farklı bilgiler verildiği görülür.(Çetinkaya,2003,s.18). Cemiyet 350h./961m. tarihinde

Basra’da ortaya çıkmış dinî, felsefî, siyâsî ve ilmî amaçları olan organize bir topluluktur.

Kaynaklarda cemiyetin üyeleri olarak tümü Basra’lı olan şu isimler zikredilir: Zeyd b. Rufâa’

(ö.400h.), Ebu Süleyman Muhammed b. Ma’şer el-Büstî el-Makdîsî (el-Mukaddesî), Ebu’l-

Hasan Ali b. Harun ez-Zencânî, Ebu Ahmed el-Mihricânî ve Avfî. (et-Tevhîdî, 2011,

II/163;Onay, 1999, s.36-37;Uysal, 2000,s.1). Bununla birlikte tarihi süreçte Risâleler üzerine

yapılan çalışmalarda mezhepsel bir aidiyet sorunu hep göze çarpar. Onları Mu'tezile, sufiler, Hz.

Ali'nin soyundan gelen imamlar, İmam Cafer Sadık (ö.h.148) veya büyük astronom ve

matematikçi el-Mecrîtî'nin (ö.1007) yazıp yazmadığı konusunda tartışmalar süregelmiştir.

Ancak risâlelerin muhtevası göz önüne alındığında onların konusunda uzman kişiler tarafından

Page 3: The Publication Date 31.08.2016 10.11.2016 Yrd.isamveri.org/pdfdrg/G00028/2016_32/2016_32_KARAAGACH.pdf · 2017. 3. 15. · voyage after death. Particularly their views on death and

İhvân-I Safâ Risâlelerinde Ölüm Ve Ötesi

The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 32, Kasım 2016, s. 115-128

117

yazıldığı ve Makdîsî tarafından son şeklinin verildiği fikri ağır basmaktadır.(Çetinkaya, 2005,

s.266-267)

İhvân-ı Safâ, düşüncelerini muhtelif konulara tahsis ettikleri toplam 52 risâle’den oluşan

ansiklopedik eserleri ‘Resâ’ilü İhvâni’s-Safâ’ ile bu risâlelerin özeti mahiyetinde olan ‘er-

Risâletü’l-câmia’ da ortaya koyar. Genel kabul olarak onuncu asrın ortalarında telif edildikleri

düşünülen risâleler başta dinî, siyasî ve felsefî olmak üzere birçok alanda döneminin birikimini

ihtiva eder. (Çetinkaya, 2003, s.100,108). Risâleler, cemiyet üyelerince düzenlenen mutad gizli

toplantılarda okunmaktadır. Risâlelerin kütüphanelerde bulunan nüshaları Abbasi halifesi

Müstencid'in emriyle 554h./1150m. tarihinde toplanarak İbn-i Sina’nın risâleleriyle birlikte

yakılmıştır. Ancak Risâleler, Doğu seyahatleri esnasında Risâlelerle tanışan Endülüs’lü

düşünürlerin toplayarak beraberlerinde Endülüs’e götürdükleri nüshalarla günümüze kadar

varlığını sürdürebilmişlerdir. Kütüphanelerde çok sayıda yazma nüshaları bulunan Risâleler, 18.

yüzyıldan günümüze kadar müteaddid defalar basılmış, üzerine çalışmalar yapılmış ve farklı

dillere tercüme edilmiştir. Türkçe’ye çevirisi ise Prof. Dr. Abdullah Kahraman editörlüğünde

alanında uzman akademisyenlerden oluşan bir komisyon marifetiyle gerçekleştirilmiş ve Ayrıntı

Yayınlarınca 2012-2016 tarihleri arasında beş cilt halinde neşredilmiştir.

Risâleler, telif döneminde müelliflerin ulaşabildiği her türlü ilmî, dinî ve felsefî malumatı

objektif bir üslupla ihtiva eder. Muhteva bakımından dört bölümden oluşur. Bunlar:

a- Riyâzi-Tâlimî (Matematiksel ve Eğitsel) Bilimler: Ondört risâleden oluşur. Konu

başlıkları: Sayılar, Hendese (Geometri), Astronomi ve Astroloji, Coğrafya, Musikî, Ahlakın

Islahı ve Nefsin Terbiyesinde Sayısal ve Geometrik Oran, Bilimsel Sanatlar ve Amaçları, Pratik

Sanatlar ve Amaçları, Ahlak, İsagoci, Kategoriler, İbâre’nin Anlamı, Birinci ve İkinci

Analitiklerin Anlamı üzerinedir.

b- Cismânî-Tabiî (Cisimsel-Doğal) Bilimler: Onyedi risâleden oluşur. Konu başlıkları:

Madde ve Suret, Sema ve Alem, Oluş ve Bozuluş, Meteoroloji, Madenlerin Oluşumu, Tabiatın

Mahiyeti, Bitkilerin Cinsleri, Hayvanların ve Hayvan Türlerinin Yaratılışı, Bedenin Oluşumu,

Duyu ve Duyum (hâs ve mahsûs), Spermin Düştüğü Yer, Filozofların ‘İnsan Küçük Alemdir.’

Görüşü, Tabiî-Beşerî Cisimlerde Tikel/Cüz’î nefislerin Nasıl Meydana Geldiği, İnsanın

Bilimlere İlişkin Güç Yetirebilirliği, Ölüm ve Hayatın Hikmeti, Cismânî ve Ruhânî Lezzet ve

Elemler, Diller, Yazı Şekilleri ve İbârelerin Farklı Olmasının Sebeplerine dairdir.

c- Nefsânî (Psikolojik)-Aklî Bilimler: On risâleden oluşur. Konu başlıkları: Pisagorculara

Göre Aklî İlkeler, İhvân-ı Safâ’ya Göre Aklî İlkeler, Filozofların ‘Alem Büyük Bir İnsandır.’

Görüşü, Akıl ve Ma’kûl, Devirler ve Küresel Dönüşler, Aşkın Mahiyeti, Öldükten Sonra Diriliş

ve Kıyamet, Hareketlerin Cinslerinin Niteliği, Neden ve Nedenliler, Tanımlar ve Tarifler’dir.

d- Dinî-İlâhî (Metafizik) Bilimler: Onbir risâleden oluşur. Konu başlıkları: Mezhepler ve

Dinler, Allah’a Giden Yolun Mahiyeti, İhvân-ı Safâ’nın İnancı ve Rabbânîlerin Mezhebi, İhvân-

ı Safâ’nın Birbirleriyle İlişkileri, İmanın Mahiyeti ve Tahkikî İman Sahibi Müminlerin

Özellikleri, İlahi Kanun ve Dinî Hükümlerin Mahiyeti, Allah’a Davet Şekli, Rûhânîlerin

Hallerinin Niteliği, Siyaset Çeşitleri, Alemin Düzeninin Niteliği, Sihir ve Büyünün Mahiyeti

hakkındadır.

er-Risâletü’l-Câmia’ ise ilk dört bölümde ele alınan risâleleri özetleyerek onların

muhtevalarının özünü bütünsel bir bakış açısıyla yansıtır mahiyettedir.

Page 4: The Publication Date 31.08.2016 10.11.2016 Yrd.isamveri.org/pdfdrg/G00028/2016_32/2016_32_KARAAGACH.pdf · 2017. 3. 15. · voyage after death. Particularly their views on death and

İhvân-I Safâ Risâlelerinde Ölüm Ve Ötesi

The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 32, Kasım 2016, s. 115-128

118

İhvân-ı Safâ’yı böyle kapsamlı bir çalışmaya iten temel saik onların amaç ve hedefleriyle

doğrudan alakalıdır. Onlar, bir takım bilgisizlik, yanlış bilgi ve sapık düşüncelerle kirletilmiş

olduğunu düşündükleri dinin ancak felsefe ile arındırılabileceğine, yeniden saf ve doğal haline

dönüştürebileceğine inanmaktadırlar. Bu doğrultuda İslam şeriatı, Yunan felsefesi ile

uzlaştırılarak sistematik bir yapıya kavuşturulduğunda istenilen olgunluğa sahip olacağı

kanaatini taşımaktadırlar. (et-Tevhîdî, 2011, II/163; Onay, 1999, s.38-39) Diğer yandan onlar

nefis için dünyayı ve bedeni bir hapishane olarak kabul ederler. Buradan kurtularak nefsi tekrar

özgürlüğüne kavuşturmanın tek yolu ise bilgi ile insanın olgunlaşması ve ahlakını düzelterek

arınmasıdır. (Sönmez, 2012, s.9). Bu amacı gerçekleştirebilmek için eklektik bir metot ve

önyargısız bir yaklaşımla dinî, felsefî ve ilmî olmak üzere ulaşabildikleri her türlü bilgiyi

kullanmışlardır. (Uysal,2000, s.2). Risâleler incelendiğinde söz konusu bu bilgi kaynaklarının

çeşitliliği göze çarpar. Kur’an-ı Kerim ve Hadislerin büyük bir ağırlığı olmakla birlikte Tevrat,

İncil, Hz. Ali’nin sözleri, Sokrat, Eflatun, Yeni Eflatunculuk, Aristo, Pisagor, Öklid ve

Batlamyus bu kaynakların başlıcalarıdır. (Çetinkaya,2003, s. 34-44).

İhvan-ı Safâ Risâlelerinde Varlık ve İnsan

Bütün varolanların ortak niteliği olarak “varlık”, Antik Yunan’dan günümüze kadar bütün

filozofların üzerinde durduğu temel konu olmuştur. Felsefe; varlık ve varolanlar üzerine

yöntemli düşünme biçimidir. Buna göre varlık, felsefenin başlangıcı sayılan “Doğa

filozofları”ndan başlayarak çağdaş filozoflara gelinceye kadar çeşitli formlarda ele alınmıştır.

Bu bağlamda varlık meselesi Müslüman düşünürlerin de gündemini uzun süre işgal etmiştir.

Tercüme faaliyetleri ile birlikte İslam dünyası tarafından tanınan Yunan felsefesi ilk İslam

filozofları üzerinde belirleyici bir unsurdur. Özellikle varlık mevzuunda Aristo geleneğinin

takip edildiği görülmektedir. Aynı durum İslam Felsefesinin orijinal dönemi olarak kabul edilen

Fârâbî (339/950) ve İbn Sînâ (428/1037) dönemlerinde yaşayan İhvâ-ı Safâ için de geçerlidir.

(Onay,1999, s.12-21,46-47).

“Varlık” sorunu risâlelerin tümünde ele alınan ve İhvân-ı Safâ düşüncesinin temelini

oluşturan bir konudur. Onlara göre ilk, gerçek ve asıl varlık, bütün varlıkların var olma nedeni

olan Tanrı’dır. O, tıpkı “bir” rakamının bütün sayıların aslı, başlangıcı ve kaynağı olması gibi

bütün var olanların ilkesi ve nedenidir. (Risâleler, 2012,I/37; Onay, 1999, s.65). Evrende var

olanlar ise O’nun yaratmasıyladır. Bu yaratma risâlelerde iki şekilde ele alınır. İlki “kün-

feyekûn” ayetiyle (Bakara,2/117) örneklendirilerek işlenilen yoktan var etme, diğeri ise

genellikle İslam filozoflarının kabul ettiği “sudûr” nazariyesidir. O’nun aracısız olarak

mükemmel bir yaratılışla yarattığı ilk varlık “akıl”dır ve bütün varlıkların sûreti akılda bil-

kuvve halinde mündemiçtir. Akılda potansiyel olarak bulunan varlıkların sûretleri ile Tanrı’dan

gelen feyz ve erdemler, feyz yoluyla “Küllî Nefs”e aktarılarak “ilk madde”yi oluşturur. Netice

itibariyle eşya ve cisimler bu “Külli Nefis”le var olurlar. Hareket yoluyla nesneler dünyasının

işlevini sürdürecek olan da “Külli Nefis”tir. (Onay, 1999, s.73). İhvân’a göre Külli Nefs’in

ayaltı dünyasındaki bütün varolanlara etki eden gücü maden, bitki ve canlılardan oluşan

tabiattır. Yani varlıkların oluşum şeması sırasıyla Tanrı, Akıl, Külli Nefis, İlk Madde ve

Tabiattır. (Risâleler, 2012, V/263,337).

İhvân-ı Safâ’ya göre maden, bitki ve canlılar (hayvan ve insanlar), tabiatın nesneler

dünyasında meydana getirdiği eserlerdir. Real varlık dünyasını oluşturan bu varlık alanlarının

kendi aralarında bir tabakalanma söz konusudur. Bu tabaka en alttan yukarıya doğru sırasıyla

madenler, bitkiler, hayvanlar ve insanlardan oluşur. Varlık dünyası içerisinde en ayrıcalıklı ve

Page 5: The Publication Date 31.08.2016 10.11.2016 Yrd.isamveri.org/pdfdrg/G00028/2016_32/2016_32_KARAAGACH.pdf · 2017. 3. 15. · voyage after death. Particularly their views on death and

İhvân-I Safâ Risâlelerinde Ölüm Ve Ötesi

The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 32, Kasım 2016, s. 115-128

119

etkin konumda olan insandır. Zira o, kendisinden alt tabakayı oluşturan hayvanlara yakın

olabileceği gibi bir üst tabakayı oluşturan melekût alemine de erişebilir. Buna göre sadece

duyulur şeyleri bilen ve bütün düşüncesi bedenî arzuları tatmin etmek olan insan, hayvanlar

alemine yakın en alt insanî tabakayı oluştururken, erdemlerle donanmış olanlar ise melekler

derecesine yaklaşan ve bil-kuvve melek olanlardır. (Onay, 1999, s.122-123).

Risâlelerde çok farklı konular işlenmekle birlikte temel hedef insanın ‘dareyn saadeti’dir.

İnsan varlık kategorileri içinden bir varlık olarak ele alınmaktan ziyade bütün bir varoluş

gerçeği içerisinde anlamlandırılmaya çalışılmaktadır. (Filiz, 1999, s.27). Bu anlamda insan,

İhvân-ı Safâ’nın varlık anlayışının merkezini oluşturur. Risâlelerden iki tanesinin isminin “İnsan

Küçük Bir Âlemdir”, “Âlem Büyük Bir İnsandır.” olması bunun en belirgin alametidir. İnsan

birçok açıdan diğer varlıklarla ortak niteliklere sahip olmakla birlikte “düşünen ve bilen” bir

varlık olarak ayrıcalıklıdır. Zaten diğer varlıkların insanın istihdamına münhasır kılınmasının

nedeni de budur. Onlara göre insanın yaratıcısını tanıması, gücü nispetinde O’na benzemeye

çalışması, kendini ve alemi bilmesi onun varoluş gayesidir. Hem felsefenin hem de dinin asıl

amacı insanı söz konusu varoluş gayesine ulaştırmaya çaba göstermektir. Filozoflar ve

peygamberler sahip oldukları bilgilerle insanı oluş ve bozuluş (kevn ve fesâd) aleminin

geçiciliğinden alıp cennete ya da felekler alemine, göklerin genişliğine ulaştırmak isterler.

(Filiz, 1999, s.31).

İhvân-ı Safâ’ya göre varlıklar küllî ve cüz’î olmak üzere iki çeşittir. En yücesinden en

düşüğüne değin bir tertip içerisinde olan küllî varlıklar, varlıkları devamlı ve sabit olanlardır.

Cüz’î varlıklar ise oluş ve bozuluş aleminde bulunur ve devamlı en mükemmele doğru bir

yöneliş içindedirler. (Filiz, 1999, s.39). Cismânî beden ve ruhânî nefisten oluşan insan cüz’î

varlıklardan olup “varlıkların en hayırlısı” ve “Allah’ın halifesi” olma imtiyazına sahiptir. Bu

imtiyazla o, ahlaki bir varlık olarak melekût alemine yükselmeyi hedeflemelidir. Oluş ve

bozuluş alemindeki cüz’î nefisler, itaat ve ibadetle yükümlü tutulmuşlardır. Onlar sevap işleyip

hatalarına tövbe ederlerse nurlar alemine, Rıdvan cennetine ve kendilerine gazap etmeyecek

olan Rabb’e geri dönerler. Cüz’î nefisler isyan eder ve itaat etmekten kaçınırlarsa hayret ve

şaşkınlığa düşerler. (Risâleler, 2012, I/204; V/311).

Risâlelerde gözetilen temel gaye insanın bilgi, yardımlaşma ve amellerle, öldükten sonra

devam eden varoluşunda kurtuluşa ve rûhî özgürlüğe kavuşturulmasıdır. Bunun yolu ise bilgi ve

bilgiden kaynaklanan ahlaki pratiklerdir. Bu nedenle Risâleler eğitsel ve öğüt verici bir nitelik

taşımakla beraber yoğun bilgi ihtiva ederler. Çünkü bilgi temeli olmayan pratiklerin sahih ve

makbul olması imkansızdır. (Risâleler, 2012, V/334). Bilgiye sahip olmak ise insanın kendini,

kendi nefsini ve nefis – beden ilişkisini bilmesiyle gerçekleşir. Nefsin mahiyetinin ve bedenle

ilişkisinin bilinmesi, ölümle beden zindanından kurtulan nefsin kat edeceği uhrevî serüvenin

bilinmesi demektir. Nefsin bu serüveninin niteliğini ise onun yeryüzünde beden ile birlikte iken

sergilediği tutum ve tavır belirleyecektir. Aslında beden, kendisini ölümden sonraki hayata

hazırlayan nefis için bir vasıta, geçici bir binek ve evdir. Bu dünya hayatı, nefsin söz konusu

amaca ulaşmak için kullandığı bir vasıtadan başka bir şey değildir.

Risâlelerdeki en temel amaç nefsin geldiği ruhânî aleme, ölümden sonra ulviliğini

koruyarak geri dönmesi olunca ölümden sonraki hayat yani ahiret hayatı İhvân-ı Safâ’nın

hedeflerinde ve bu hedeflere ulaşmak için takip ettiği sistemde ayrıcalıklı bir konuma

yükselmektedir. Diğer yandan ahiret hakkında bilgi sahibi olmak, bütün fikir sahiplerinin ortak

arzusudur. Çünkü akıllı ve zeki kişiler dünya hayatı ve bu hayat içindeki varlıkların geçirdiği

Page 6: The Publication Date 31.08.2016 10.11.2016 Yrd.isamveri.org/pdfdrg/G00028/2016_32/2016_32_KARAAGACH.pdf · 2017. 3. 15. · voyage after death. Particularly their views on death and

İhvân-I Safâ Risâlelerinde Ölüm Ve Ötesi

The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 32, Kasım 2016, s. 115-128

120

süreçleri, özellikle de bütün canlıların mecbur olduğu yaşam ve ölüm üzerine düşünürler. Bu

düşünce onları aynı zamanda kaçınılmaz olan ölüm ve sonrası üzerine de düşünmeye ve ahiretin

mahiyetini doğru ve açık bir şekilde bilmeye sevk eder. (Risâleler, 2012, III/239). İşte bu

gerekçelerle ahiret hayatı, İhvân-ı Safâ tarafından Risâlelerde bol tekrarlarla işlenen ve her konu

ile az ya da çok ilişkilendirilen bir husustur. Hatta onlara göre ahiret ahvalinin bilinmesi tüm

Risâlelerin en yüksek gayesidir. (Risâleler, 2012, V/230).

İhvan-ı Safâ Risâlelerinde Ahiret Hayatının Yeri ve Önemi

Ölümden sonraki hayat, ilahi dinlerin ortak temel inanç esaslarından birisidir. Kutsal

metinlerde Allah’ın varlığı ile ölümden sonraki hayatın varlığı birlikte anılır; genellikle de

birbirinden ayrı düşünülmezler. (Yasa, 2001, s.10). Allah’ın yarattıklarıyla ilişkisinde, özellikle

irade ve sorumluluk sahibi insanla ilişkisinde ahiret hayatı büyük bir öneme haizdir. Çünkü

ahiret, irade sahibi insanın yeryüzünde yaratıcısını tanıyarak ve O’nun buyruklarına riayet

ederek yaşamasında ve sorumluluğunun gereklerini yerine getirmesinde temel etkendir. Bu

nedenle ahirete iman, Kur’an’da çok sayıda ayetle vurgulanan temel inanç esaslarındandır.

Ahiret hayatı aynı zamanda felsefenin de birincil konularındandır. Zira ölüm ve ölüm sonrasına

dair inanç; insanın varoluşu, varlığını idama ettirmesi ve varlığını anlamlandırabilmesinin temel

unsurudur. Bu açıdan ölüm ve sonrası ilahi dinlerin olduğu kadar filozofların da ehemmiyet

verdiği kadim bir meseledir. İhvân-ı Safâ üyeleri de bilgin, filozof, sûfî ve en mühimi de birer

inanan olarak ahiret hayatına düşünce sistemlerinde büyük bir rol ve değer atfetmişlerdir.

İhvân-ı Safâ’ya göre yaratılmışlar içerisinde en değerlisi ve Allah’ın halifesi olan insanın

hayatı, yaratılış ile başlayıp melekût alemiyle sonuçlanan bir serüvendir. Bu süreçte dünya

hayatı; bedenin doğum gününden ölüm gününe kadar insanla ilgili cereyan eden olaylar zinciri,

ahiret hayatı ise ölüm ile nefsin bedenden ayrıldığı günden sonsuza ve ebediyete kadar insanla

ilgili cereyan eden olaylar zinciridir. Amaç dünya hayatında sürekli kalmak değildir. Dünya

hayatı, asıl hedef olan ahiret yolunda ârız olmuş arızî (geçici) bir durumdur. Dünya hayatı, tıpkı

doğumdan önce anne karnında geçirilen süre gibidir. Nasıl ki anne karnında geçirilen süre

dünyaya ulaşmada geçirilmek zorunda olunan belirli-geçici bir süre ise dünya hayatı da ahirete

ulaşmada geçirilmek zorunda olunan mahdut bir süredir. Ancak her iki sürede de ilki ile ikincisi

arasında doğrusal bir ilişki bulunmaktadır. Yani cenin, rahimde oluşumunu tamamlayıp duyu

organları sağlam olarak bu dünya hayatına gözünü açtığında dünyevî nimetlerden istifade eder.

Ahiret hayatında nefsin durumu da aynıdır. Ahirette saadet, dünya hayatında insaniyet açısından

kemâle ulaşmakla, güzel ahlak, doğru görüş ve salih amellerle elde edilir. İhvân-ı Safâ’ya göre

Allah, insanı yarattığı zaman onun en yüksek gayesini ahiret yurduna ulaşmak olarak

belirlemiştir. Bu gayeye ulaşmak, nefsin dünyada suretini tamamlaması ve onun faziletlerinin

kemâle ulaşmasına bağlıdır. (Risâleler, 2012, I/224; III/11,393). Zira nefisler ahirette, bu

dünyada sahip oldukları ahlaka göre karşılık görürler. Eğer ahlakı iyi ise göreceği karşılık iyi,

kötü ise göreceği karşılık kötü olur. (Risâleler, 2012, I/239).

Alemde insandan üstün varlıklar olduğu gibi aşağı varlıklarda bulunmaktadır. Tanrı, faal

akıl, külli nefs, mukarrebûn melekleri ve maddeden soyutlanmış formlar insandan üstün

varlıklarken; madde, tabiat ve cisimler insandan aşağı varlıklardır. İnsan, nefsânî ve cismâni

yapısıyla bu iki kategori arasında yer alır. O, aşağı düşmeden daha üst mertebelere yükselmek

için yöneliş içinde olmalıdır. (Filiz, 1999, s.51-52). İhvân-ı Safâ’ya göre bu yöneliş için insan

kendi varoluş özünde bilgi ve erdemi birleştirmek zorundadır. Ayrıca o, toplumsal bir varlık

olarak söz konusu bilgi-erdem özdeşliğini sosyal boyutta pratiğe yansıtmalıdır. İnsanı ölümden

Page 7: The Publication Date 31.08.2016 10.11.2016 Yrd.isamveri.org/pdfdrg/G00028/2016_32/2016_32_KARAAGACH.pdf · 2017. 3. 15. · voyage after death. Particularly their views on death and

İhvân-I Safâ Risâlelerinde Ölüm Ve Ötesi

The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 32, Kasım 2016, s. 115-128

121

sonra kurtuluşa erdirecek olan işte bu ahlaki pratikleridir. Bu anlamda Risâleler, ölümden sonra

hedeflenen cennete ulaşmanın ya da cehennemden berî olmanın yolunu dünya hayatında ahlaklı

olmaya bağlar. Dolayısıyla insandaki ölümden sonra kurtuluşa erme yani ahiret saadetini elde

etme arzusu onu dünyada ahlaklı olmaya sevk etmektedir. İnsanlar arasında meydana gelen

kötülüklerin çoğunun sebebi dünyaya ve dünyevî lezzetlere aşırı düşkünlük, iktidarı ele geçirme

hırsı ile dünyada ebedî kalma arzusudur. Kötülüklere neden olan bu arzudan kurtulmanın yolu

ise dünyevî arzu, nimet ve lezzetlere karşı bilinçli bir ilgisizliktir. Söz konusu ilgisizlik sadece

ahiretle ilgilenmek, ahireti düşünmek ve ahirete hazırlanmakla mümkündür. İhvân-ı Safâ, hesap

gününe inanmayan, sevap ümidi olmayan ve uhrevî cezadan korkmayan kimseyi kötülüklerden

alıkoymada gayreti ve gücünün yeterli olmayacağına inanır. (Risâleler, 2012, I/243; III/364).

Netice itibarıyle İhvân-ı Safâ’da ahiret, hem bu alemde ahlaklı olmanın temel sâiki hem de

insanın varoluş serüveninin belirleyici ve caydırıcı bir unsurudur.

Diğer yandan İhvân-ı Safâ için ahiret hayatı, insanın varlık serüveninin en önemli

aşamasıdır. Çünkü bulunduğu gerçek alemden inen nefis bu fâni alemde bedene hapsolmuştur.

Onun tek arzusu bedenden kurtularak arınmış vaziyette geldiği ulvî aleme yeniden dönmektir.

Bu açıdan ahiret hayatı, nefsin yüklerinden kurtularak asıl mekanına rucû etmesi ve ebedîlik

kazanması, yani cüzî nefislerin küllî nefse geri dönmesi anlamına gelir. O halde İhvân-ı Safâ’ya

göre ahiret sadece ölümden sonra gidilecek başka bir alemden ibaret değildir. O aynı zamanda

nefsin, dünyaya gelirken ayrıldığı ruhânî alem ve yüce mekandır. Bu büyük önemine rağmen

gözle görülmediği için ahiretin hakikatine ilişkin bilgiler kapalı ve anlaşılması zor bir sırdır. Bu

sırra sadece ilim ve imanla arınmış olanlar, temiz ruh ve bilinçli kalbe sahip Allah dostları ve

peygamberlerin getirdiklerini tasdik edenler ve kendilerine hikmet verilenler vâkıf olur.

(Risâleler, 2012, III/235-236; V/235).

İhvân-ı Safâ Risâlelerinde Ölüm ve Sonrası

İhvân-ı Safâ ayet ve hadislerde bildirilen ölümden sonraki safhaları; yani kıyamet, ba’s,

haşr, hesap, mizan, sırat, cennet ve cehennemden oluşan safhaları kabul etmektedir. Risâlelerde

bu hususlar ele alınırken ayet ve hadislere çokça yer verilir. Ancak onların söz konusu

kavramları tahlil ederken zaman zaman İslam düşüncesindeki genel kabullerin dışına çıktıkları

görülmektedir. Bu farklılık, onların Yeni Eflatuncu varlık anlayışı ile ahirete ilişki nasslar

arasını uzlaştırmaya çalışan eklektik yöntemlerinin bir sonucu olduğu söylenebilir.

A- Ölüm

İnsan, ruhânî nefis ile cisimsel bedenden müteşekkil bir varlıktır. Nefis özü gereği asıl,

yüce, ebedî, canlı, diri ve etkin olan; beden ise cismânî, ölümlü, geçici ve edilgen olandır.

Bedenin bütün aktivitelerini nefis düzenler. O, bitkisel ve canlı cisimleri belirli bir zamana

kadar yetkinleştirir ve kullanır. Sonra da onlardan ayrılarak kendi unsuruna, kaynağına ve

başlangıç noktasına döner. (Risâleler, 2012, I/176). Beden şehir ise nefis bu şehrin kralıdır.

Nefis ile bedenin bu alemdeki birlikteliği arızîdir. Aslında beden, nefsin ahiret saadetini elde

etmek, daha önce bulunduğu melekût alemine yeniden kavuşabilmek için kullandığı bir

vasıtadan ibarettir. İnsan, cisimsel bedeni itibariyle dünyada sürekli kalmayı, ebedî olarak

burada yaşamayı arzular. Ruhânî nefsi itibariyle ise ahiret yurduna talip olur, oraya ulaşmayı

temenni eder. (Risâleler, 2012, I/175).

İhvân’a göre hayat, “nefsin bedeni kullanması”, ölüm ise “nefsin kullandığı bedeni terk

etmesi”dir. Yani Ölüm, “cisimleşmiş nefsin (ruh) bedenden ayrılarak bedeni kullanmayı

Page 8: The Publication Date 31.08.2016 10.11.2016 Yrd.isamveri.org/pdfdrg/G00028/2016_32/2016_32_KARAAGACH.pdf · 2017. 3. 15. · voyage after death. Particularly their views on death and

İhvân-I Safâ Risâlelerinde Ölüm Ve Ötesi

The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 32, Kasım 2016, s. 115-128

122

bırakması” demektir. (Risâleler, 2012, I/176,195). Ölüm, beden için bir yok olma iken nefis

içinse içinde bulunduğu zelil durumdan kurtuluştur. Aslında ölüm bedenin ölümüdür, nefis için

ise “rahmet, arzuladığı aleme ulaşma vesilesi ve yeniden doğum”dur. Semâvi bir cevher olan

nefis ölmez ve yok olmaz. O, bedenin ölümünden sonra mutlu ya da mutsuz olarak varlığını

sürdürür.

Canlılar, tabiatlarındaki ebedî olma arzusu, ölüm esnasında cesetlerine ilişen elem ve

nefislerinin ceset dışında bir varlıklarının olduğunu bilmemeleri nedeniyle ölümden korkarlar.

Ancak İhvân-ı Safâ’ya göre ölüm, korkulacak bir şey değil aksine nefsin yeniden doğumu olup

cennete girmeye ve Rahman’a komşu olmaya açılan bir kapıdır. Kulun Rabbine dönüşü ile

Allah ve Resulünün nefse vaat ettiklerine nail olma, yalnızca ölümle mümkün olduğundan, o

Allah’tan kullara bir hikmet, rahmet, nimet ve hediyedir. Eğer ölüm olmasaydı nefsin geldiği

melekût alemine yükselmesi, cennete ulaşması, ahiret nimetlerine ve Allah’a kavuşması

mümkün olmazdı. (Risaleler, 2012, III/46-50,302).

İhvân-ı Safâ, “ecel”i nefsin cesedi kullanmayı bırakması yani ölüm vakti manasında

Mu’tezile gibi “iki ecel” çerçevesinde tabiî ve arızî sebep olarak ele almaktadır. Tabiî sebep;

yaşlanmaya bağlı olarak bedenin zayıflaması, tembelleşmesi, organları harekete geçiren sinir ve

kasların gevşemesi ve uzuvların görevlerini yapamaz hale gelmesidir. Arızî sebep ise nefsin

arızî bir etki ile bedeni kullanmayı terk etmesidir. Bu arızî sebepler hastalıklar gibi bedenden

kaynaklanabileceği gibi kaza, katl ve yaralama gibi dış kaynaklı da olabilir. (Risaleler, 2012,

III/241).

B- Ölüm Sonrası

İhvân-ı Safâ’ya göre, ölümle nefis ve beden birlikteliği bozulduğunda her ikisi de ikinci

dirilişle tekrar birleşinceye değin yollarına ayrı ayrı devam ederler. Kendisini ahiret için

hazırlayan nefis, zâtı açısından bağımsız, cevheri açısından ise bütün cisimsel bağlılıklardan

uzak olur, mele-i âlâ’ya yükselir ve melekler topluluğuna girer. Kendisini ahiret için

hazırlamayan nefis ise günahlarının ağırlığından dolayı mele-i âlâ’ya yükselemez, göklerin

kapıları kendisine açılmaz ve melekler topluluğuna girmekten mahrum olur. Kıyamete kadar

karanlık, acı ve ızdırap içinde hüzünlü, korkulu ve ürkek ve bir şekilde kalır. (Risâleler, 2014,

III/11-13). Beden ise zaten cevheri itibariyle ölüdür. Ona canlılığı kazandıran nefis ile

birlikteliği olduğundan bu birliktelik sona erdiğinde beden çürür, yok olur ve başlangıçta olduğu

gibi tekrar toprağa geri döner. Kıyametle birlikte, hesaba çekilmeleri için nefis (ruh) içinden

çıktığı bedene ya da bir benzerine geri döndürülür. (Risaleler, 2012, III/45,238;VI/180).

İhvân-ı Safâ, ölümden sonra kıyamete kadar geçen süreyi cennet ve cehennem hayatına

benzer ifadelerle niteler. İslam düşüncesinde “kabir hayatı” olarak adlandırılan bu süre

risâlelerde müstakil bir hayat kategorisi olarak ele alınmaz.

B.1.Kıyamet ve Ba’s

Sözlükte “kalkmak, dikilmek, doğrulmak ve dirilmek” anlamlarına gelen kıyamet terim

olarak “dünya nizamının bozulması”, “dünya hayatının sona ermesi” ve “insan türünün toptan

yok olduktan sonra yeniden dirilerek ayağa kalkması ve mahşere doğru yönelmesi” demektir.

Kur’ân-ı Kerim’de kıyametten bahseden ayetlerde bazen “bireylerin ölümü”, bazen “insan

türünün ölümü”, bazen de “dünyanın sonunun gelmesi ve insanların yeniden dirilişi”

kastedilmektedir. Ayet ve Hadislerde kıyametin ne zaman gerçekleşeceğin bahsedilmez ancak

gerçekleşme anını tasvir eden çok sayıda bilgi ve tasvir bulunmaktadır. “Ba’s” ise sözlükte

Page 9: The Publication Date 31.08.2016 10.11.2016 Yrd.isamveri.org/pdfdrg/G00028/2016_32/2016_32_KARAAGACH.pdf · 2017. 3. 15. · voyage after death. Particularly their views on death and

İhvân-I Safâ Risâlelerinde Ölüm Ve Ötesi

The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 32, Kasım 2016, s. 115-128

123

“diriltmek, göndermek ve sevk etmek” anlamında olup terim olarak “kıyamet koptuktan sonra

sûr’a ikinci defa üfürülmesi ile bütün canlı yaratıkların hesap vermek üzere tekrar diriltilmeleri”

demektir. (Topaloğlu, vd. 2011, s.251-252, 266).

İhvân-ı Safâ’ya göre ölümle bütün nefisler bedenden ayrılınca artık bu alemin varlığının

bir anlamı kalmaz. Varlığının bir anlamı kalmayan alemin sona ererek yok olması büyük

kıyamettir (kıyamet-i kübrâ). Alemin ölmesi; kürelerin dönüşünün durması, bütün hayatın yok

olması ve küresel küllî nefsin bütün cisimlerden bir kerede ayrılmasıdır. Külli nefis, alemi

çekip-çeviren ve idare eden nefistir. Onun küre ile irtibatı devam ettiği sürece küre dönmeye

devam edecek, ondan ayrıldığında ise kürenin dönmesi sona erecek ve büyük kıyamet

gerçekleşecektir. Küçük kıyamet (kıyamet-i sugrâ) ise bireylerin nefis-beden birlikteliğinin

bozulması anlamına gelen ölümdür. İnsanın ölümü onun kıyametidir. Zira Hz. Peygamber “

Kişinin ölümü onun kıyametidir.” (el-Aclûnî, 1351, II/331, Hadis no: 2618) buyurmuştur.

(Risâleler, 2012, II/44,78; III/273). “Kıyamet”in diğer bir anlamı “ayağa kalkmak”tır. Bu

anlamıyla kıyamet; “nefsin düştüğü beladan ayağa kalkması, öldükten sonra diriliş, nefsin gaflet

uykusundan ve cehalet uyuklamasından silkinip tam anlamıyla doğrularak kendine gelmesi”dir.

(Risaleler, 2012, III/239).

İhvân-ı Safâ, ahiretin hakikati hakkındaki bilgi gibi yeniden dirilme ve kıyametin gerçek

mahiyetine ilişkin bilgiyi de akıl sahibi alimlerin ulaşabileceği bir bilgi türü olarak kabul eder.

İnsanlar bu konuda üç farklı görüşü benimsemiştir. Buna göre yeniden dirilme ve kıyamet; a-

nefislerin değil cesetlerin yeniden dirilmesi, b- cesetlerin değil nefislerin yeniden dirilmesi, c-

nefis ve cesetlerin birlikte dirilmesidir. Bunlardan yalnızca cesedin ya da yalnızca nefislerin

yeniden dirilmesini kabul edenlerin hakikati kavramaktan uzak olduklarını ifade eden İhvân-ı

Safâ’ya göre doğruya en yakın olan ceset ve bedenin birlikte dirileceğine olan inançtır. Buna

göre nefisler ve ruhlar olduğu gibi bu cesetlere veya onların yerine geçecek başka cesetlere geri

dönecek, sonra dirilip bir araya toplanacaklar, yaptıkları iyi ve kötü fiillerden dolayı hesaba

çekilecek ve bunların karşılığını göreceklerdir. (Risâleler, 2012, III/249-250).

İhvân-ı Safâ’nın düşünce yapısında diriliş (ba’s), mebde’ ve meâd olmak üzere iki anlama

gelir. İlki; varlıkların kuvve halinden fiil haline çıkışıdır. Yani eşyanın sûretler halinde akıldan

doğup fışkırarak varlık alanına çıkarılması ve henüz biçimlenmemiş olan maddede

bulunmasıdır. İkincisi ise “dönüş” ve “tekrar ortaya çıkış” anlamında nefsin bedenden

ayrıldıktan sonra fiillerinin karşılığını azap ya da sevinç ve nimet şeklinde taşımasıdır.

(Risâleler, 2012, V/236, 320-321).

Risâlelerde kıyamet ve yeniden diriliş nasıl gerçekleşeceğinden daha ziyade insanları

yaşamları süresince ahlaklı davranmaya yöneltmesi gereken birer hakikat olarak ele alınır. Yani

insanlar kaçınılmaz olan kıyamet, diriliş ve hesap gelmeden önce henüz fırsatları varken

hazırlanmalıdırlar. O an geldiğinde duyulacak pişmanlıklar yararsızdır. Çünkü kıyamet gününde

emir ve nehy söz konusu olmaz. O gün, emir ve nehiylerin karşılıklarının verileceği gündür.

C-Hesap ve Mizan

Hesap, insanların dünya hayatında gerçekleştirdikleri fiillerden dolayı sorgulanarak

hesaba çekildikleri safhadır. Bu sebeple kıyamet günü hesap günü olarak adlandırılır. Mizan ise

“hesaptan sonra insanların amellerini tartacak olan ilâhî adalet ölçüsü” demektir. (Topaloğlu,

vd. 2011, s.274). İhvân-ı Safâ’ya göre de kıyametle birlikte nefisler bedene döndürülerek

yeniden diriltildiğinde dünya hayatında işlenilen fiiller nedeniyle bir hesaplaşma

Page 10: The Publication Date 31.08.2016 10.11.2016 Yrd.isamveri.org/pdfdrg/G00028/2016_32/2016_32_KARAAGACH.pdf · 2017. 3. 15. · voyage after death. Particularly their views on death and

İhvân-I Safâ Risâlelerinde Ölüm Ve Ötesi

The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 32, Kasım 2016, s. 115-128

124

gerçekleşecektir. Ancak ahiret hayatına dair bilgilerde insanların çoğu yanıldığından ve yanlış

tasavvurlara sahip olduğundan “iyilik ve kötülüklerin tartılmasını” yani “mizan”ı da yanlış

tasavvur etmektedirler. Bu yanlış tasavvura göre hesap ve mizan; kıyamet gününde amellerin

toplanarak maddi şeylere dönüşmesi, cisimleşmesi ve insanların önüne artabilen veya

eksilebilen ağırlıklar olarak konulmasıdır. Tıpkı dünya hayatından altın, gümüş, yiyecek ve

içecek gibi eşyaların tartıldığı gibi bu ağırlıklar tartılacak ve sonunda said ve şakiler ortaya

çıkacaktır.

İhvânı Safâ’ya göre bu yanlış tasavvur çocukların, kadınların ve peygamberlere,

imamlara ve ariflere uymaktan kaçınan akılsız kişilerin hayalidir. Hakikatte mizan “kulların

amellerini hayır ve şer olarak tartan, faillerin amellerini görebileceği nefsânî, saf, saydam ve

şeffaf tartılar”dır. O gün iyiler amellerini “hayır”, kötüler ise “şer” olarak görürler. Ayette

belirtilen sağdan ve arkadan kişilere verilen kitaplar onların amellerinin şer ya da hayır

biçimindeki sûretleridir. (Risâleler, 2012, V/197, 314-315). Buna göre İhvân-ı Safâ, hesap ve

mizanın dünyada günlük yaşamda cereyan eden maddi şeylerin tartılmasına benzer şekilde

algılanmasını yanlış bir tasavvur olarak değerlendirmektedir. Sahih tasavvurun ise amellerin

soyut ve nefsânî bir tarzda şeffaf tartılarda hayır ve şerler olarak tasnif edilmesi olduğunu kabul

eder.

D- Cennet ve Cehennem

Cennet; insanlardan bu dünyada iman ve salih amel sahibi olanların öte dünyada

ödüllendirilecekleri “ebedi mutluluk yurdu”, cehennem ise inkarcı ve günahkarların

cezalandırılacakları “ebedî mekan”dır. Birçok ayet ve hadiste cennet ve cehennemin mahiyetine

ilişkin bu doğrultuda tasvirler mevcuttur.

Cennet ve cehennem İhvân-ı Safâ sistematiğinde oldukça önemli bir konuma sahip

olduğundan Risâleler her ikisine özenle ve bol tekrarlarla değinmektedir. Onlara göre insanlar

cennet ve cehennem hakkında ayet ve hadislerin haber verdiklerini yanlış anlamaktadırlar. Bu

yanlış anlamanın temel nedeni, konunun daha kolay tasavvur edilebilmesi için nasslarda

başvurulan teşbih ve temsil üslubudur. Çünkü Hz. Muhammed muhataplarına onların akıl, bilgi

ve kavrayış bakımından hazır bulunuşluklarına göre hitap etmiştir. Onun daveti avam, havas ve

ikisi ortasında bulunan kitleleri kapsayacak niteliktedir. Bu doğrultuda cennet ve cehennem

insanların idrak gücü ölçüsünde bazen cismânî bazen de ruhânî vasıflarla anlatılmıştır.

Hz. Muhammed, çöl halkından ilimlerle eğitilmemiş, yeniden diriliş ve haşrı inkar etmemiş,

felekler ve ahiretin melekûtu olan göktekilere ve cennetliklere ait nimetlerin bilgisi bir

yana, dünya melekûtunun nimetlerini dahi bilmeyen ümmî bir kavme gönderilmişti. O,

kitabında cennetleri kavmin kavrayışına yaklaştırmak, tasavvurlarını kolaylaştırmak ve

nefislerini bunlara teşvik etmek için daha çok cisimsel olarak tasvir etti…. Bizim

muhataplarımız ise âlim, fazıl, İhvân-ı Safâ ile içli dışlı, ilimde derinleşmiş, ilahi kitapların

sırlarına ve peygamberlerin (a.s) işaretlerine yakın felsefi riyazetlerle yetişmiş bir

topluluktur. (Risâleler, 2012, III/75-76).

Bu durumda ilimde derinleşenlerin peygamberlerin (a.s) bildirdiklerinin içindeki derûnî

sırları ve işaretleri keşfedip ortaya çıkarmaları gerekir. İşte İhvân-ı Safâ ilimlerde yetkinleşmiş

kişiler topluluğu olarak Risâlelerde söz konusu bu derûnî manaları ortaya koymayı amaçlar.

Çünkü onlara göre nefsin cevherine dair bilgisi olmayanlar bunu gerçekleştiremezler.

Gerçekleştiremedikleri için de cennet ve cehenneme ilişkin yanlış tasavvurlara sahip olurlar.

Onlar cennet, cennet nimetleri ve cennetliklere ilişkin bir şeyler duyduklarında bunları cismânî

Page 11: The Publication Date 31.08.2016 10.11.2016 Yrd.isamveri.org/pdfdrg/G00028/2016_32/2016_32_KARAAGACH.pdf · 2017. 3. 15. · voyage after death. Particularly their views on death and

İhvân-I Safâ Risâlelerinde Ölüm Ve Ötesi

The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 32, Kasım 2016, s. 115-128

125

şeyler olarak tasavvur ederler. Onların yanlış tasavvurlarına göre cennet; çeşitli meyve

ağaçlarının bulunduğu bahçeler, aralarından nehirlerin aktığı saraylar ve bu saraylarda bulunan

huriler ve hizmetçiler, sınırsız sayıda lezzetli yiyecek ve içecekler, her dilenenin gerçekleştiği,

ölüm, yaşlılık, hastalık, açlık ve susuzluğun olmadığı, hulâsa hiçbir şeyin eksikliğinin

hissedilmediği, ihtiyaç ve acziyetin olmadığı mekandır. Cehennemi ise inkar edenlerin içine

atıldığı içi ateşle dolu derin çukur olarak tasavvur ederler. Bütün bu tasavvurlar bilgisizlik,

peygamberlerin getirdiklerini te’vil etmeyi bilmeme ve onların derûnî işaretlerini, sırlarını ve

inceliklerini idrak edememenin neticesidir. (Risâleler, 2012, III/65-66).

İhvân-ı Safâ’ya göre cennet; salt sükûnet, lezzet, sevinç, ebedî mutluluk ve Rahman’ın

komşuluğu bulunan ruhlar alemi ve gökler alanıdır. Ona hiçbir oluş ve bozuluş, değişim ve yok

olma ilişmez. Cennetlikler ise felekler aleminde ve gökler alanında bulunan huzur ve mutluluk

içinde, acı ve ağrıdan uzak melekî nefislerdir. Cehennem ise ay feleğinin altında bulunan oluş

ve bozuluş alemi, cehennemlikler de acı ve ağrılara maruz kalan hayvanî/cismânî bedenlerle

ilgili nefislerdir. (Risâleler, 2012, II/54; III/66).

Cennet, sekiz alemden oluşur. Bunlar; 1-Mirâs cenneti (insan olma rütbesi), 2- Adn

cenneti (meleklik rütbesi), 3- Huld (ebedilik) cenneti (felekî alemler), 4- İlliyyûn cenneti

(cismânî alemden mücerred olan ruhânî alemler), 5- Firdevs cenneti (nefsânî alemler), 6- Naîm

cenneti (ilim alemi), 7- Rıdvan cenneti (akıl alemi), 8- Me’va cenneti (bütün alemlerin

kendisinden meydana geldiği ve yine kendisine döneceği ilahi emir alemi)’dir. (Risâleler, 2012,

V/359).

İtaatkar nefis, dünya hayatında salih amellerle itaatini tamamlayıp kemâle ulaştığında ve

melekût alemine yükselmeyi hak ettiğinde melekler merhametle onu bedenden alır ve birlikte

temiz bölgelere gelirler. Kıyamet günü olunca da melekler onları cennetlere, ebedî mutluluk ve

daimi saltanata yükseltirler. Orada Allah’a yakın olan melekler, peygamberler, elçiler ve

Allah’ın arınmış kullarıyla birlikte bulunurlar. O gün onlara korku ve hüzün yoktur. (Risâleler,

2012, V/174,235). İhvân-ı Safâ’ya göre cennet, nefsin çok arzuladığı ve kendisinden çıktığı

küllî nefse geri dönmesi demektir. Nefis, önce bedenle birleşmek suretiyle içinde bulunduğu

kendilerine özgü ruhânî alemlerinden ve nurânî mekanlarından ayrılmış bulunmaktadır. Bedenle

birleşik halde iken kendini arındıran nefis, ölümle birlikte bedenden ayrılarak daha önce

bulunduğu ezeli haline yani cennete geri döner. (Risâleler, 2012, V/266). Bu durumda

cehennem; kendisini arındıramamış nefislerin kötü amellerinin ağırlığı nedeniyle çok arzuladığı

ilk mercii olan ruhânî aleme yükselmekten mahrum olarak kaldığı oluş ve bozuluş alemidir.

Cehennem, sürekli oluş ve bozuluşa uğrayan, değişen, dönüşen ve yok olan ay feleği

altındaki cisimler alemidir. Dünya hayatında dünyevî lezzetlere dalmış gafil nefisler ölümün

onların sahasına inmesiyle bedenlerinden çıkarlar ve melekler onları acı, azap ve aşağılayıcı bir

üslupla karşılar. Onların götürüleceği yer elem verici azabın bulunduğu ve şeytanlarla beraber

ikamet edecekleri cehennemdir. Orada ebediyyen bağırıp-çağırarak, ağlayıp-sızlayarak

kalacaklardır. (Risâleler, 2012, II/54; V/174, 330).

Cehennem yedi tabakadır. Bu, ay altı feleğinin altındaki yedi türe tekabül eder. Bunlar;

dört unsur olan ateş, hava, su ve toprak ile bozulan unsurlar olan madenler, bitkiler ve

hayvanlardır. Tezkiye edilmemiş nefisler ay feleğinin altındaki yeryüzüne, yani oluş ve bozuluş

alemine atılırlar. (Risâleler, 2012, III/67). Onlar, bu dünyada bedenle birlikte iken ömürlerini

bedene yarayacak dünyevî nimetler içerisinde geçiren ve dünyada ebedî kalmayı temenni eden

nefislerdir. Ancak ölümle bedenden ayrılan bu nefisler duyu organlarında mahrum olduklarında

Page 12: The Publication Date 31.08.2016 10.11.2016 Yrd.isamveri.org/pdfdrg/G00028/2016_32/2016_32_KARAAGACH.pdf · 2017. 3. 15. · voyage after death. Particularly their views on death and

İhvân-I Safâ Risâlelerinde Ölüm Ve Ötesi

The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 32, Kasım 2016, s. 115-128

126

hayattan tat alamaz ve azap içinde kalırlar. Ne geliş kaynakları olan melekût alemine

ulaşabilirler ne de dünyaya geri dönebilirler. İmkansız olmasına rağmen onlar dünyaya dönmeyi

ve ikinci defa bedenlerine kavuşmayı temenni ederler. Dediler ki; Rabbimiz! bizi iki kez

öldürdün ve iki kez dirilttin. Günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi (şu ateşten) çıkmak için (bize) bir

yol var mı? (Mü’min, 40/11). Bu nefisler, ay feleğinin altında hasret, pişmanlık, acı ve azap

içerisinde, cisimlerin karanlık çukurlarında, şeytanın kardeşleriyle birlikte kendilerini kaybetmiş

kimseler olarak kalırlar. (Risâleler, 2012, I/153; III/76-77).

Sonuç

İslam dünyası tercüme faaliyetleriyle beraber Grek felsefesiyle özelliklede Yunan

filozoflarının “varlık”a ilişkin görüşleriyle karşı karşıya gelmişlerdir. Müslüman düşünürler

hayret ve heyecanla öğrenmeye giriştikleri bu görüşleri kısmen kabul etmekle birlikte onlara

İslam düşünce yapısına uygun yeni şekil ve muhteva kazandırmışlardır. İlk Mu’tezilîlerle

birlikte ilk İslam filozofları olarak kabul edilen Kindi, Fârâbî, İbn Sînâ ve İhvân-ı Safâ

düşünürleri söz konusu bu karşılaşmayı takip eden ilk asırların düşünürleridir. Doğal olarak

Yunan felsefesinin özelliklede Aristo’nun izlerini büyük oranda taşımaktadırlar.

İhvân-ı Safâ bu dönemde kendi aralarında organizeli ve gizemli bir grup düşünürün

oluşturduğu bir birliktir. Kaleme aldıkları ansiklopedik bir yapı arz eden risâleleri dönemlerinin

bütün ilmî, dinî ve felsefî birikimini ihtiva eder. Hz. Muhammed’in getirdiği dinin cehaletle

kirletildiğini ve sapık fikirlerle karıştırıldığı düşüncesinden yola çıkarak onun Yunan felsefesi

ile arındırılarak insanlığın huzurunu temin edebilecek bir hüviyete tekrar kazandırılabileceğini

iddia ederler. Bu amaçla kaleme aldıkları Risâlelerde genelde Yunan filozoflarının özelde

Aristo’nun tabiat felsefesi, ahlak felsefesi ve nefis tezkiyesi ile birçok batınî yorum ve tevilleri

nasslarla eklektik bir tarzda iç içe geçmiş halde ele alınmaktadır. Ancak genel muhteva varlık

olarak insan ve insanın varoluş serüvenidir. Onlara göre insanın bu dünyada varoluş gayesi

kendi varlığını anlamlandırmaktır. Bunun içinde kendi varlığını, evrenin varlığını ve tüm

varlıkların ilk varlık nedeni Tanrı’yı bilmesi gerekir.

İhvân-ı Safâ, varlıkların ortaya çıkışında bir taraftan her şeyin “ol” emriyle Allah

tarafından yoktan var edildiğini savunurken diğer yandan Allah’ın yarattığı ilk varlık olan

akıldan sudur ettiğini savunarak eklektik bir yol izlemektedir. Buna göre Allah’ın ilk yarattığı

varlık “akıl”dır. Daha sonra sırasıyla küllî nefis, ilk madde ve ayaltı’nda bulunan varlıklar sudûr

yoluyla ortaya çıkmışlardır. Madenler, bitkiler ve hayvanlar’dan oluşan ayaltı aleminin en

mükemmel yaratığı insandır. Ruhânî nefis ile cismânî bedenden oluşan iki cevherden meydana

gelen insan tüm evrenin bir yansımasıdır. Bu haliyle o, ay altıalemi ile melekût aleminin

ortasında durmakta ve bütün varlıkların karakteristik özelliklerini farklı oranlarda taşımaktadır.

Bu sebeple insan Allah’ın halifesidir ve sahip olduğu bu imtiyazı korumak için bir ahlakî çaba

içerisinde olmalıdır.

İnsanın göstereceği bu çaba, onun oluş ve bozuluş alemi olan yeryüzünde iman, ibadet,

salih ameller ve dünyevî nimetlere dalmadan gerçekleştireceği bir yaşamla mümkündür. Böyle

bir yaşamı gerçekleştirebilen nefis, ölüm ile bedenden ayrıldığında geldiği melekût alemine geri

dönebilecektir. Dünyevî nimetlere dalmak suretiyle arınmayı gerçekleştiremeyen nefis

günahlarının ağırlığıyla geldiği melekût alemine yükselemeyecek ilelebet oluş ve bozuluş alemi

olan yeryüzünde karanlıklar içerisinde kalacaktır. Netice itibariyle Allah’ın yarattığı küllî

nefisten türeyen nefis, bedenle birleşerek bulunduğu nurânî alemden oluş ve bozuluş alemine

Page 13: The Publication Date 31.08.2016 10.11.2016 Yrd.isamveri.org/pdfdrg/G00028/2016_32/2016_32_KARAAGACH.pdf · 2017. 3. 15. · voyage after death. Particularly their views on death and

İhvân-I Safâ Risâlelerinde Ölüm Ve Ötesi

The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 32, Kasım 2016, s. 115-128

127

gönderilmiştir. Nefis bu alemde ya kendisinden beklenileni gerçekleştirmek suretiyle bedeni

terk ederek tekrar geldiği aleme yükselecek ya da yeryüzünde kalacaktır.

İhvân-ı Safâ hayatı, “nefsin bedeni kullanması”, ölümü de “nefsin kullandığı bedeni terk

etmesi” olarak tanımlar. Bu anlamda ölüm, nefsin varoluş sürecindeki aşamaların birinden

diğerine geçişidir. Buraya kadar tam anlamıyla felsefî terim ve literatürün hakim olduğu bir

üslup ihtiva eden risâleler, ölümle birlikte başlayan yeni aşamada yani ölüm ötesinde dini terim

ve kavramlara ağırlık verir. Ancak bu kavramlara kendi felsefî sistemleri ve insanın varoluş

serüvenine ilişkin bakış açıları doğrultusunda yeni anlamlar yüklemişlerdir. Örneğin; “mead”

cüz’î nefislerin küllî nefse dönmesi, “ba’s” nefislerin gaflet ve cehalet uykusundan uyanması,

“kıyamet” cesetten ayrılan nefsin cesetle birleşerek kabrinden kalkması, “haşr” cüz’î nefislerin

küllî nefse doğru toplanması ve birleşmesi, “sevap” nefsin bedenden ayrıldıktan sonra rahat,

lezzet, sevinç ve mutluluk bulduğu şey; “ikâb” nefsin bedenden ayrıldıktan sonra korku, hüzün

ve acı yaşaması, “cennet” ruhlar alemi ve en yüksek mertebe, “cehennem” cisimler alemi ve en

düşük mertebedir.

Ölümle birlikte, cisimler aleminin ağırlığından kurtulan nefsin güzergahını ölüm

öncesinde bedenle birlikte iken icra ettiği fiiller belirleyecektir. Beden asli unsuru olan toprağa

karışıp yok olurken nefis ya cennete ya da cehenneme gidecektir. Nefsin tek arzusu içinden

çıkıp geldiği küllî nefse yani sükûnet ve saadetin bulunduğu ebedî nurânî aleme geri dönmektir.

İşte itaatkar ve salih amel sahibi nefsin yeniden diriliş ve hesaptan sonra gideceği cennet

arzuladığı bu melekût alemidir. İnkar ve kötü amel sahibi nefis ise bu arzusuna nail olamayacak,

melekût alemine yükselmekten mahrum kalarak üzgün, ürkek ve tedirgin olarak oluş ve

bozuluşun hakim olduğu cismânî alem olan yeryüzünün karanlıkları içerisinde yani cehennemde

ebedî olarak varlığını sürdürecektir. Tezkiye edilmiş nefis melekleşerek Rahman’ın

komşuluğuna nail olurken, gafil nefis ise kötülükleriyle baş başa şeytanlarla birlikte kalacaktır.

Buraya kadar anlatılanlardan hareketle nefis tezkiyesine önem vermekle Risâlelerin tasavvufla

örtüştüğü düşünülebilirse de onlar nefsin maddeden kurtuluşunu ve neticede küllî nefisle

birleşmesini savunan Yeni Eflatuncu felsefenin etkisi altındadırlar.

Risâlelerde dinî nassların, kendilerinden hüküm çıkarılan hüccetler olmaktan ziyade,

sahip olunan felsefî düşünceyi destekleyen argümanlar olarak kabul edildiği görülür. Ayet ve

hadisler bu doğrultuda bâtıni tevillere tabi tutulmuşlardır. Varlıkları ruhânî ve cismânî olmak

üzere ikili bir taksime tabi tutan İhvân-ı Safâ, aynı doğrultuda ayet ve hadislerinde zâhiri ve

bâtınî anlamları olduğunu öne sürer. Bilgisiz ve aklî yetkinliğe ulaşmamış kişiler zâhiri

anlamlara bağlanıp kalırken, kendilerine hikmet verilmiş alimler yaptıkları te’villerle nasların

içerisine gizlenmiş sırları ve derûnî anlamları ortaya çıkarabileceklerdir. Bu doğrultuda

kendilerini erdemli düşünürler topluluğu olarak kabul eden İhvân; kıyamet, haşr, hesap, mizan,

cennet, cehennem gibi ölüm ötesine dair kavramları ve bu hususlarda nassların verdiği bilgileri

felsefî birikimi destekleyecek şekilde te’vil etmektedir. Hatta bu yapılana “te’vil” yerine “ön

yargılı okuma” anlamında “telvin” demek daha uygundur. Çünkü telvin “metni yorumlama

neticesinde, henüz metni okumaya başlamadan evvel ki fikre ulaşmak”tır.

İhvân-ı Safâ; Aristo felsefesi, Yeni Eflatunculuk ve ilk İslam filozoflarından mülhem

fikirlerini ayet ve hadislerle destekleyerek eklektik bir yol takip etmiştir. Onların amaçları da

yeni bir şeyler ortaya koymaktan ziyade sapık fikirlerle bulandığını düşündükleri dini düşünceyi

felsefe ile arındırmaktı. Bu açıdan yaptıklarının amaçlarına uygun olduğu düşünülebilir. Ancak

yapılan nassı, felsefî düşünceye ve felsefî birikime feda etmekten başka bir şey değildir.

Page 14: The Publication Date 31.08.2016 10.11.2016 Yrd.isamveri.org/pdfdrg/G00028/2016_32/2016_32_KARAAGACH.pdf · 2017. 3. 15. · voyage after death. Particularly their views on death and

İhvân-I Safâ Risâlelerinde Ölüm Ve Ötesi

The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 32, Kasım 2016, s. 115-128

128

KAYNAKLAR

El-Aclûnî, İsmail b. Muhammed, (1351), Keşfu’l-Hafâ ve Muzîlu’l-ilbâs amme’ştehera mine’l-

ehâdîsi a’lâ elsineti’n-nâs, Mektebetü’l-Kudsî, Kahire.

Çetinkaya, Bayram Ali, (2003), İhvân-ı Safâ’nın Dinî ve İdeolojik Söylemi, Elis Yayınları,

Ankara.

Çetinkaya, Bayram Ali (2005), “Bilimler Ansiklopedisi Klasiği Olarak İhvân-ı Safâ Risâleleri”,

Dini Araştırmalar, C.8, S.22, ss.263-285.

Filiz, Şahin, (1999), “İhvân-ı Safâ Felsefesinde İnsan Sorunu”, Makâlât, S.3, ss.21-68.

Risaleler, (2012), İhvân-ı Safâ Risâleleri, (Ed.Abdullah Kahraman, çev. Komisyon), Ayrıntı

Yayınları, İstanbul.

Sönmez, Burhan, (2012), İhvân-ı Safâ Risâleleri-1 (Sunuş), Ayrıntı Yayınları, Ankara.

Et-Tevhîdî, Ebu Hayyân, (2011), el-İmta’ ve’l-Muânese, el-Mektebetu’l-Asrıyye, Beyrut.

Topaloğlu, B.; Yavuz, Y. Ş.; Çelebi, İ.; (2011), İslam’da İnanç Esasları, Çamlıca Yayınları,

İstanbul.

Uysal, Enver, (2000), “İhvân-ı Safâ”, Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), C.XXII, s.1-6,

İstanbul.

Yasa, Metin, (2001), Felsefî ve Deneysel Dayanaklarla Ölüm Sonrası Yaşam, Ankara Okulu

Yayınları, Ankara.